31 Ocak 2014 Cuma

THE HEAT

THE HEAT (ATEŞLİ AYNASIZLAR)

    Yönetmenliğini Nedimeler filminden tanıdığımız Paul Feig'in yaptığı bu polisiye komedi  filminin başrollerinde Sandra Bullock ve Melissa McCarthy yer alıyor.
      Filmin konusu ise şöyle: FBI ajanı olan Ashburn terfi alabilmek ve Rus gangster çetesini çökertebilmek için Boston'a gönderilir. Çalışmak zorunda kaldığı ortağı ise kaçıklığıyla ve ahlaksızlığıyla tanınan Shannon Mullins olur. Birbirlerinden tamamen zıt ve anlaşamayan bu ikili Rus çetesini çökertmeye çalışırken başlarına türlü türlü şeyler gelir.Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.

      Filmi izlememin asıl sebebi son yıllarda komedi filmlerindeki başarısıyla göz dolduran Melissa McCarthy'inin yer alması. Yönetmende bunu fark etmiş olacak ki son iki filminde bu oyuncuya yer vermiş. 
      Film oldukça eğlenceli ve akıcı bir şekilde işlenmiş. Türünden de beli olduğu üzere çok büyük beklentiler içinde olmadan sadece eğlenceli vakit geçirmek ve gülmek için izlerseniz oldukça zevk alacağınız bir film. Filmdeki espriler oldukça yerinde ve vurucu olarak seçilmiş.
        Karakterler ise Sandra Bullock FBI ajanı, disiplinli, çok bilmiş karakteri canlandırırken Melissa McCarthy ise bir o kadar düzensiz, ahlaksız ve toplumsal kuralları önemsemeyen bir karakteri canlandırıyor. Her ne kadar Sandra Bullock oyunculuğuyla göz doldursa da benim için asıl filmi götüren, eğlenceli kılan ve esprileri yapan Melissa McCarthy oldu. Film boyunca karşılaştıkları türlü maceralar, atlattıkları tehlikeler bu zıt ikiliyi birbirine yaklaştırıyor ve takım olarak çalışmaya başlamalarını sağlıyor. 




THE ODD LİFE OF TİMOTHY GREEN

THE ODD LİFE OF TİMOTHY GREEN (TİMOTHY GREEN'İN SIRADIŞI YAŞAMI)

      Yönetmenliğini Peter Hedges'in yaptığı, başrollerinde ise Jennifer Garner, Joel Edgerdon ve CJ Adams yer aldığı film komedi, dram ve fantastik türlerin içine sokabileceğimiz 2012 yapımı bir ABD filmidir.
                                                   
    Filmin konusu işe şöyle: Cindy ve Jim Green mutlu bir evliliği olan ama çocukları olmayan bir çifttir. Bir akşam çocuklarında istedikleri şeyleri yazıp bir kutuyla arka bahçelerine gömerler. Aynı gece evin içinde beliren Timothy ailenin bütün yaşamını değiştirir. Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz.
                                                   
        Film oldukça eğlenceli bir aile filmi aslında. Bunu daha ilk sahneden anlayabiliyoruz. Ailenin çocuk sahibi olmak istemeleri, Timothy'nin gelmesi ve onunla yaşadıkları oldukça eğlenceli, komik ama bir o kadarda hüzünlü bir şekilde işlenmiş. Filmde kullanılan mekanlar, renkler, karakterler tam oturmuş. Hiçbir şey ne eksik bırakılmış ne fazla işlenmiş. Filmi izledikçe öyle bir yerde yaşamanın ne kadar güzel olacağını düşünüp durdum :)
      Filmin posterinden de anlaşılacağı üzere yapraklar, doğa, ağaçlar filmde önemli bir yere sahip bu da film boyunca güzel bir görsel şölen izlememizi sağlıyor. Baharın, yazın, sonbaharın filmde aile ve Timothy için çok önemli bir anlamı var. 
                                                  
       Bunun yanı sıra Jim Green'in küçüküğünden beri kendi babasıyla yaşadığı sorunları tekrarlamamak için çabalamasını, oğluyla bir şeyler paylaşmasını yani kısacası çok güzel bir baba-oğul ilişkisini görüyoruz. Cindy Green ise yıllardır kardeşinin çocuklarının mükemmelliklerini dinleyerek dahada özlem duyduğu çocuğuna kavuşmanın mutluluğu içerisindedir.
 

      Küçük Timothy ise ailesinin yazdığı notlar sayesinde bir çok yeteneği olan -ki bunlar her zaman iyi sonuçlar doğurmaz- ama diğer çocuklardan oldukça farklı olan bir çocuktur. İçinde hiç kötülük olmayan Timothy ona yapılan kötülüklerin bile farkında değildir. Bu küçük yaşına rağmen aşkla tanışma fırsatını bulan Timothy bu sayede açılmaya başlar. 
                                                
       Eğer bu tür filmleri sevmiyorsanız bile Timothy'nin tatlılığı, için izlenebilecek bir filmdir. Bence kendisi Hollywood'da ki en tatlı çocuk oyunculardan birisidir.





3 Ocak 2014 Cuma

THE IMPOSSIBLE

THE IMPOSSIBLE(KIYAMET GÜNÜ)

      Ben ki romantik komedi, bilim kurgu ya da ufacık bir reklam filminde bile ağlayabilen bir insan olarak dram filmleriyle ilişkimi Kız Kardeşimin Hikayesi filmini izleyerek bitirmiştim. Fakat bu filmi gördüğümde gerek konusu gerekse Trainpotting, Star Wars, Big Fish gibi ses getiren filmlerdeki oyunculuğuyla hayranlık duyduğum Ewan McGregor'ın baş rolde yer almasından dolayı izlemem gerektiğini hissettim.
       Yönetmenliğini Juan Antonio Bayona'nın yaptığı, başrollerinde Naomi Watts ve Ewan McGregor yer aldığı film 2012 İspanya yapımıdır.

       Filmin konusu ise şöyle: Maria Bennett ve Henry Bennett 3 çocuklarıyla birlikte 2004 Noel tatilini geçirmek üzere Tayland'ın Khao Lak bölgesine giderler. Fakat kısa bir süre sonra gerçekleşen deprem ve arkasından oluşan tsunamiyle felaketin ortasında kalan aile korku içerisinde yaşama tutunma ve hayatta kalma mücadelesi vermeye başlarlar. Fragmanı buradan izleyebilirsiniz.

        Film 26 Aralık 2004'de gerçekleşen Hint Okyanusu depremi ve tsunamisi sırasında Tayland'da tatil yapan Maria Belon ve ailesinin yaşadığı gerçek olaylara dayanmaktadır. Deprem ve tsunamiyi merak edenler ayrıntılı bilgiye buradan ulaşabilirsiniz. Her ne kadar çoğu zaman 'gerçek hikayeden uyarlanmıştır' lafının sırf filmlerin ilgi çekmesi için söylendiğini düşünsem de küçük bir araştırmadan sonra bu olayın gerçek olduğuna inandım ve filmi benim için bu kadar başarılı yada ilgi çekici yapan da bu oldu.
      Filmde ilk ilgimi çeken şeylerden biri kurulan mekanlar, makyaj ve yaratılan atmosferin gerçekçiliği. Filmde her ne kadar tsunamiden önceki kurulan mekanlar da çok güzel olsa bile şehir yerle bir olduktan sonra her tarafın sular altında kaldığı, parçalandığı sahneler özellikle çok güzel ve inandırıcı bir şekilde tasarlanmış. Tabi ki Naomi Watts ve Ewan McGregor her filmde olduğu gibi burada da karakterlerinin hakkını vermişler.
      Ailenin birbirleriyle olan ilişkileri, birbirlerine olan bağları film boyunca beni en çok duygulandıran şeylerden biri oldu. Sadece birbirleriyle olan ilişkileri değil, birbirlerini bulmak ya da yaralarını sarmak için dillerini bile bilmedikleri yerlilerden yardım istemeleri, yardım etmeleri oluşan doğal afetlerin insanların birbirlerini tanısın tanımasın nasıl bir araya getirdiğini çok güzel bir şekilde göstermiştir.
        Çocuklarını korumak için bütün zorluklarla başa çıkmaya çalışan Bennett ailesi yeri geldiğinde güçlerini kaybederek küçük çocuklarının onları taşımasına, yardım bulmaya gitmesine izin vererek oluşan bu doğal afet karşısında ki çaresizliği gözler önüne sermiştir. Boş durmak istemeyen, bir işe yaramak isteyen ailenin en büyük çocuğu Lucas'ın hastanede hiç tanımadığı insanların yakınlarını bulmalarına, hastane çalışanlarına yardım etmesi küçük bir çocuğun bile ne kadar faydalı olabildiğini göstermiştir.

     Eğer sizde aile, dram bir anlamda da korku filmlerinden hoşlanıyorsanız bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.



        

1 Ocak 2014 Çarşamba

WE'RE THE MILLERS

WE'RE THE MILLERS(BU NASIL AİLE)

    Yol filmleri her zaman en sevdiğim hikayelerden biri olmuştur. Çünkü yolculuklar her zaman bilinmeyeni, eğlenceyi beraberinde getirir. Bu filmde ise işte tam olarak bunlar işlenmiş.
       Rawson Marshall Thurber'ın yönettiği 2013 yapımı bu komedi-suç filminin başrollerinde ise komedi filmlerinin vazgeçilmez ismi Jennifer Aniston, Jason Sudeikis, genç yaşına rağmen oldukça ünlenen Emma Roberts ve Will Poulter yer alıyor. 

       Filmin konusu ise şöyle: Kendi bölgesindeki en ünlü uyuşturucu satıcılarından David Burke bir gasp sonucu elindeki bütün mallarını ve parasını kaybeder. Patronu Brad'e borçlanan David'in tek seçeneği vardır. Meksika'ya gidip Brad'in istediği malı alıp gelmek. Fakat tek sorun David'in tek başına Meksika sınırından geçmesi pek güven verici bir şey değildir. O da bu yüzden kendine sahte bir aile kurmaya karar verir.
    Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz. http://www.youtube.com/watch?v=0Vsy5KzsieQ


        Ailedeki anne rolünü striptizci Rose O'Reilly üstlenirken, 18 yaşındaki bakir Kenny Rossemore ve sokaklarda takılan kaçak kız Casey Mathis ailenin çocuklarını canlandırıyor. Ailenin her bir ferdinin birbiriyle tamamen zıt ve uyumsuz olması filmin komik olmasını sağlayan şeylerin başında geliyor. Bu 4'lü her ne kadar en başta devamlı kavga etselerde filmin ilerleyen dakikalarında tam bir aile gibi oluyorlar. Birbirlerini kolluyorlar, koruyorlar, değer veriyorlar. Hatta David ve Rose'un Casey'nin hastanede tanıştığı çocuğu karavanda anne-baba gibi sorguya çektikleri sahne filmin en eğlenceli sahnelerinden biri.
      Film konusu ve işleniş biçimi olarak oldukça eğlenceli ve komik bir şekilde ilerliyor. Karavanlarıyla yaptıkları yolculuk boyunca başlarına gelenler, karşılaştıkları insanlar, her saniye ailenin gerçek olmadığının ortaya çıkacak korkusu filmi daha da sürükleyici ve izlenmesi keyifli hale getiriyor. 
        Eğer sizde yol hikayelerinde, komedilerden ve aile filmlerinden hoşlanıyorsanız bu filmi izlemenizi tavsiye ederim :)