30 Aralık 2013 Pazartesi

MAN OF STEAL

MAN OF STEEL(ÇELİK ADAM)

     İlk olarak sinemada başka bir filme gittiğimde fragmanını görmüştüm. Nedendir bilinmez sinemada izleyemediğim hatta devamlı aklımda olmasına rağmen bu akşama kadar da izleyemediğim bir filmdi. 
     2013 ABD yapımı olan bu filmin yapımcılığını Christopher Nolan, yönetmenliğini ise Zack Snyder üstlenmiştir. Kadrosunda ise Henry Cavill, Amy Adams, Russell Crowe, Kevin Costner gibi büyük isimler yer almaktadır. Taktir edersiniz bu kadar büyük kadrosu, yönetmeni ve yapımcısı olan bir filmden beklentisi çok yüksek oluyor insanın.
       Büyük ihtimalle herkes bilmesine rağmen biraz konusundan bahsedelim. Küçüklüğünden beri kendisinde fark ettiği değişikliklere, doğa üstü güçlere rağmen hiçbir şeyden haberi olmayan Clark Kent nam-ı diğer Superman ailesiyle birlikte Kansas'da yaşamaktadır. Fakat bir gün işler değişir ve Clark Kent gerçekte dünyaya neden gönderildiğini sorgulamak için bir yolculuğa çıkar. 
      Film her ne kadar çok güzel başlasa da ilerleyen dakikalarda aylarca aklımda olan izlemek istediğim bir film olarak çıkmadı karşıma. Keşke izlemeseydim de aklımda güzel bir film olarak kalsaydı bile dediğim oldu izlerken. Öncelikle Superman bilgimin CNBC-e'de yayınlanan ve ara sıra izlediğim Smallville'le sınırlı olduğunu bilmenizi izlerim. O yüzden Superman'i değil filmi yorumlayacağım. 

      Filmde kullanılan görsel efektler, yaratılan Kripton gezegeni oldukça başarılı. Hatta filmde Kripton'la alakalı şeyler gösterilirken kullanılan ve her şekle girebilen civamsı sıvı oldukça hoşuma gitti. Ayrıca Amy Adams ve Michael Shannon'ın oyunculukları oldukça göz doldurucu ve başarılıydı. Fakat gelgelelim sanırım filmle alakalı olarak beğendiim tek şeyler bunlarla sınırlı.       
      Öncelikle biraz oyunculuklardan bahsedeyim. Russell Crowe'un oyunculuğu çok sığ kalmış durumda. Superman'de ise hiç Superman havası yok ortalarda gezen mavi gözlü, kaslı çocuk havasında devamlı ezik modunda. 

         Filmde inanılmaz derecede atlamalar, açıklar ve tutarsızlıklar var. Burada biraz spoiler verebilirim izlemediyseniz dikkat edin. İlk olarak film boyunca Superman ve General Zod'un ölesiye dövüştüğünü görüyoruz -ki bu da ayrı bir saçmalık ona birazdan geleceğim- burunları bile kanamıyor fakat filmin başında General Zod sadece küçük bir bıçak darbesiyle Jor-El'i öldürebiliyor. Garip. Gelelim az önce bahsettiğime bildiğim kadarıyla dövüşmek canın yanan insanların birbirlerine zarar vermek için yaptıkları bir şey. Fakat bu karakterler canları yanmadığına ve burunları bile kanamadığına göre bütün film boyunca dövüşmeleri çok büyük saçmalık. Ayrıca madem sen küçük bir boyun kırma hareketiyle koca General Zod'u öldürebilecektin niye film boyunca bütün şehri yerle bir ettin?. Film boyunca kafasına kamyonlar, tank mermileri çarpınca niye kırılmadı boynu?. Bir diğeri ise Jonathan Kent'in öldüğü sahne. Neymiş hortum çıkmış köpeği arabada kalmış onu kurtaracakmış bir de Clark'ın bunu yapmasına izin vermiyor. Sanki bişey olacak çocuğa. Artık kurtuluşu yok ölecek hala Clark'a diyo ki yapma insanlar seni görmeye hazır değil. Ölmeyi bayılmak zannediyo heralde anlayamadım!. 
    Bir başka sorun ise Superman'in halkla hiç bağlantı kurmaması. Bizim bildiğimiz süper kahraman halkı korur yıkılan binadan insanları kurtatır yada insanlar ona yardımcı olur. Bu süper kahramanımız ise tam tersi devamlı General Zod'u şehirde ordan oraya fırlatıyor bütün gökdelenleri kendi parçalıyor. Tek kurtardığı insan Lois. 
     Eğer film ilk baştaki tasarlanmış Kripton gezegeninde ki gibi devam etseydi mükemmel bir film olabilirdi. Fakat bu haliyle bence 225milyon $'lık kötü senaryolu bir hollywood filmi. Ama tabiki siz patlayan binalar, üstsüz gezen bir Superman, güzel kız izlemek isterseniz şansınızı deneyin.
    Bu arada filmin içinde bolca 'easter egg' dediğimiz filmin içine saklanmış sadece yüksek çözünürlükte ve dikkatli bakıldığında görülen mesajlar var. Bakmanızı tavsiye ederim.



26 Aralık 2013 Perşembe

10 THINGS I HATE ABOUT YOU

10 THINGS I HATE ABOUT YOU

    Gil Junger'in yönetmenliğini yaptığı başrollerinde ise Heath Ledger, Julie Stiles, Joseph Gordon Levitt, Larissa Oleynik gibi büyük isimlerin yer aldığı Shakespeare'in Hırçın Kız adlı oyunundan uyarlanmış 1999 yapımı bir romantik komedidir. 
     Konusu; Okula yeni gelen Cameron'un tek isteği ilk görüşte aşık olduğu Bianca ile çıkabilmektir. Fakat Bianca'nın babasının koyduğu ve ablası Kat kimseyle çıkmadan Bianca'nın da çıkamayacağı kuralı bunu neredeyse imkansız kılar. Cameron'ın tek bir seçeneği vardır agresif, asi ve bir o kadar da uyumsuz bir kız olan Kat'le çıkacak birisini bulmak. Bunun için en az Kat kadar agresif olan Patrick'le başa çıkmak zorundadır.

       Film her ne kadar bugüne kadar yapılmış yüzlerce gençlik filmine benzese de benim için çok ayrı bir yeri vardır. Kadrosunda ki önemli isimleri şuanda tanımayanımız yoktur ve bence içlerinden en önemlisi bu film sayesinde ünlenen Heath Ledger. Bu filmi izledikten ve Heath Ledger'ı tanıdıktan sonra sırayla bütün filmlerini izlemeye başlamıştım ve her filminde ne kadar harika bir aktör olduğu tekrar tekrar düşünmüştüm. Neyse Heath Ledger aşkımı bırakıp biraz filmden bahsedeyim :)
        Filmde asi kızımız Kat ve asıl oğlan Patrick'in yaşadığı komik, romantik ve bir o kadarda eğlenceli olan bir sürü olaya şahit oluyoruz. Kat'in sinir olduğu çocuğun arabasına bilerek çarpması, Patrick'in koca stadyumda Kat için söylediği can't take my eyes off you sahne ki benim filmdeki favori sahnem yada iki sevgilinin paintball oynadığı sahneler bunlardan yalnızca bir kaçı.
        Film konu olarak özgün olmasa bile yapıldığı tarihe, oyuncuların yeteneğine, filmin sıcaklığına ve sürükleyiciliğine bakarak diğer filmlerden kolayca ayırabiliriz. Film aynı zamanda müzikleriyle de dikkat çekiyor. Eğer punk rock müzikten hoşlanıyorsanız film boyunca Kat'in dinlediği müzikleri dinlerken siz de büyük zevk alacaksınız. Film de Shakespeare severlerde kendileri için birşeyler bulabileceklerdir karakterlerin isimleri, soyisimleri, gittikleri okulun ismi, filmin sloganı, karakterlerin bazı diyalogları, Kat'in en yakın arkadaşının Shakespeare'e olan hayranlığı bunlardan bazıları.

      Biraz da filmin isminin nereden geldiğinden bahsedelim. Filmde tabi ki herşey mükemmel devam etmiyor. Patrick'in kendisiyle para karşılığı çıktığını öğrenen Kat ondan ne kadar nefret ettiğini gösteren bir şiir yazıyor ve bu şiiri bütün sınıfın önünde okuyor.
       Filmi kaç kere izlediğimi ben bile bilmiyorum artık her sahneyi ezberlemiş durumdayım :) ama canım sıkıldığında açıp izlemeye devam ediyorum. Eğer sizde Kara Şovalye'de ki Joker'i, Brokeback Mountain'de ki gay kovboyu ve Candy'de ki eroin bağımlısı genci seviyorsanız bu filmi izleyerek oscarlı oyuncu Heath Ledger'ın nereden nereye geldiğini görebilirsiniz.




24 Aralık 2013 Salı

WHIP IT

WHIP IT(PATENCİ KIZLAR)

    Aylar önce bir arkadaşımın tavsiyesiyle izlenecekler listeme eklediğim bu filmi daha yeni izleme fırsatı buldum.
       Künye :  Drew Barrymore'un yönetmenliğini ve yapımcılığını üstlendiği 2009 ABD yapımı filmin başrollerinde ise son yıllarda oyunculuğuyla oldukça göz dolduran Ellen Page ve  kendini oyunculuğuyla kanıtlamış Juliette Lewis bulunmakta. 

      Bliss Cavendar ailesiyle birlikte Bodeen, Texas'da yaşayan 17 yaşında genç bir kızdır. Eski güzellik kraliçesi olan annesi Bliss'e de yarışmalara katılması için baskı yapar. Fakat Bliss kendisini hiçbir zaman o kızlardan biri olarak görmemiştir ve bir gün karşısına çıkan bir broşürle istediği şeyin paten yarışmalarına katılmak olduğunu hisseder.
      Drew Barrymore'un ilk yönetmenlik deneyimi olan film gayet eğlenceli ve renkli bir biçimde işlenmiş. Drew'un kendisininde yan rolde yer aldığı filmde konu her ne kadar klişe ve çok kez yapılmış gibi görünse de filmin özgünlüğü, sürükleyiciliği ve işleniş tarzı saysinde diğerlerinden ayırmakta pek zorlanmıyoruz.
         Filmi izlerken sürekli hayatımda hiç paten kaymamış olsam bile içimde paten kayma isteği uyandı :). Giyinişleri, takıldıkları yerler, hayatları, birbirleriyle olan bağları çok sıcak ve samimi aktarıldığı için daha ilk sahneden itibaren film sizi içine çekiyor. Film imdb'de dram türünde yer alsa da aslında ne tam dram ne de tam komedi. İçinde her şeyden biraz var. Film içerisindeki tek sıkıntı yapılan paten yarışmalarının konseptini, kurallarını bir türlü anlayamamış olmam. Kurallar biraz karmaşık ve üstüne çok düşülmediği için eğer gerçekten patene ilgi duymuyorsanız anlamakta zorlanabilirsiniz.
       Film aynı zamanda müzikleriyle de oldukça dikkat çekiyor. Kings of Leon, Radiohead, Ramones, Eagles of Death Metal gibi punk, rock gruplarını ve şarkılarını seviyorsanız bu filmi izlemenizi tavsiye ederim




23 Aralık 2013 Pazartesi

THE HOBBİT: THE DESOLATİON of SMAUG

THE HOBBİT: THE DESOLATİON of SMAUG




      Peter Jackson'ın  yapımcılığını ve yönetmenliğini üstlendiği ayrıca senaryosuna da katkıda bulunduğu film, 1937 yılında J. J. Tolkien tarafından yazılmış olan Hobbit romanının uyarlamasıdır. Üçleme halinde yapılması planlanan filmin ikincisidir ve sinema tarihine geçmiş olan epik fantezi, macera filmi Yüzüklerin Efendisi'nden önceki olayları anlatır.

        Filmde Yüzüklerin Efendisi üçlemesinden tanıdığımız ve sevdiğimiz hobbit Bilbo Baggins ve büyücü Gandalf'ın yanı sıra Thorin Meşekalkan'ın da liderlik ettiği 13 kişilik bir cüce grubunun Kuyutorman, Esgaroth ve Dale'ı geçtikten sonra ejderha Smaug ile savaşmak için Erebor Krallığı'na yolculuk yaptığı birinci film olan Beklenmedik Yolculuk'un hemen sonrasındaki maceraları anlatılır.
       Yüzüklerin Efendisi, Gandalf, Legolas, Bilbo, hobit, elf gibi terimleri artık bilmeyen yada sevmeyen yok gibi. Bu yüzden Peter Jackson'un yaptığı yada planladığı her iş heyecanla ve merakla bekleniyor. Çıtasını çok yüksek tutan bu yönetmen yaptığı işlerde seyirciyi asla hayal kırıklığına uğratmadı. Bu Hobbit: Smaug'un Çorak Toprakları filminde de devam etmiştir.Film 3 boyutlu olarak ki - bugüne kadar izlediğim en iyi ve inandırıcı olanıydı - ve 48 fps(kare formatında) çekilerek öncü olmuştur. Peki bu ne demek? Normalde izlemeye alışık olduğumuz 25 fps yani ekrandan 1 saniyede 25 kare fotoğraf geçmesi göze normal gelenidir. Bu sayı arttıkça hareketlerdeki detay ve akıcılık artar. Filmin görselinin ve 3 boyutunun bu kadar iyi olmasının bir diğer sebebi de budur. 



          Film tek kelimeyle harikaydı. Mekan, kostüm, saç, makyaj, oyunculuk zaten Yüzüklerin Efendisi'nden ve Hobbit: Beklenmedik Yolculuk'dan alıştığımız, bildiğimiz bizi fazlasıyla tatmin eden şeylerdi. Filmde kendi açımdan sadece 2 tane kusur bulabildim. 1.si sadece 3 boyutu gösterebilmek için koyulmuş filme bir katkısı olmayan gereksiz sahneler ya da objeler 2.si ise belki de 3 boyutu pek sevmediğimden dolayı olan aşırı kamera hareketlerinin yarattığı baş dönmesi. Bunlar dışında ne bir devamlılık hatası nede bir kopukluk bulamadım belki de filmin o muhteşem büyüsüne kapıldığım içindir :). 

          Filmde ki 13 cüce ise her ne kadar sinirli yada sevimsiz olasalar da aynı zamanda filmde ki eğlence kaynağıydı. Ama hangisinin hangisi olduğu, isimlerinin ne olduğunu hatırlamak epey bir zaman aldı.
  
        Tauriel bunların başında geliyor. Her ne kadar birbirlerinden nefret etseler de orklara karşı cücelerle birlikte savaşmak zorunda kalıyorlar. Hatta filmde Legolas ve Gimli'nin babası arasında geçen ufak ama çok komik bir sahne var ona dikkat etmenizi tavsiye ederim :).
        17 Aralık 2014'de gösterime girmesi planlanan 3. ve serinin son filmi Hobbit: Gittim ve Döndüm'ü heyecanla beklemekteyim.



22 Aralık 2013 Pazar

ELYSİUM

ELYSİUM (YENİ CENNET)

      Bilim kurgu en sevdiğim film türlerinden biridir. Bunun nedeni belki de bizim hiçbir zaman sahip olamayacağımız olanaklara bu filmler sayesinde ulaşmamızdır. Bizler insan ırkı olarak her zaman daha fazlasına sahip olabilmeyi istemişizdir. Doğaya hükmedebilme, en güçlü olabilme, uzaya bile sahip olabilme fikri hep bizi cezbetmiş ve egomuzu yükseltmiştir. Elysium'da ise tam olarak bundan bahsediliyor.

    Elysium 2013 yapımı yönetmenliğini Neill Blomkamp'ın yaptığı başrollerini ise Matt Damon ve Jodie Foster'ın üstlendiği bir bilim kurgu, aksiyon filmidir.

     Filmin konusu ise şöyle ; 2154 yaşanacak 2 farklı yer var. Birincisi bizimde şuanda yaşadığımız dünya. İkincisi ise çok daha varlıklı insanların yaşadığı Elysium adı verilen uzay istasyonu. Dünya aşırı kalabalık ve çökmüş bir yer halindedir. Neredeyse herkesin Elysium'da ki medikal imkanlara ihtiyacı vardır. Fakat varlıklı insanların yaşamlarını rahatça sürdürebilmeleri için dünyadan oraya giriş sıkı bir kontrol altındadır. Fakat kahramanımız Max'in çalıştığı fabrikada yaralanması ve dünyadaki olanakların yetersiz kalmasından dolayı Elysium'a gitmeye karar vermesiyle 2 dünya arasındaki bağ çatırdamaya başlayacaktır.
   
       Açıkçası film her ne kadar klasik hollywood anlatısından dışarıya çıkmamış olsa da ben izlerken keyif aldım. Keyif almamın sebeplerinden biriside tabi ki oyuncu kadrosu. Filmde sizi şaşırtabilecek pek fazla şey olmuyor bunun sebebi belki de bu filmden farklı işlenmiş olsa bile yüzlercesinin daha önceden yapılmasıdır. Ama bu filmi heyecanla izlemenize engel olmuyor. Max'in Elysium'a doğru yola çıkması karşılaştığı engeller hep kendimizi onunla birmişiz gibi görmemize neden oluyor. Film görsel olarak çok iyi tasarlanmış gerek dünyanın mahvolmuş hali gerekse Elysium'un mükemmelliği iki dünyayı da bizim gözümüzde ınandırıcı kılıyor. Belli bir noktadan sonra film Max'in hikayesi olmaktan çıkıyor ve dünyada yaşayan yardıma muhtaç olan bütün insanların hikayesi haline dönüyor. 

        Filminde tansiyonu yüksek tutabilmek için devamlı hızlı ve sık kamera hareketlerine, müziklere, patlamalara ve dövüş sahnelerine yer verilmiş. Bu sayede filmi izlerken hiç sıkılmıyorsunuz ve dikkatiniz dağalmıyor. Filmin sonuna yakın Max ve Kruger'ın kavgası sırasında kullanılan kamera tekniği oldukça ilginç filmi izlerken ona dikkat etmenizi tavsiye ederim.
     Genel olarak eğer çok farklı ya da işlenmemiş bir şey beklemiyorsanız izlemenizi tavsiye edebileceğim, izlerken güzel vakit geçirebileceğiniz bir bilim kurgu filmi.