10 Nisan 2014 Perşembe

THE BOOK THIEF

THE BOOK THIEF (KİTAP HIRSIZI)

Yönetmenliğini Brian Percival'in yaptığı başrollerinde ise Oscar ödüllü Geoffrey Rush, Emily Watson ve Sophie Neliesse'in rol aldığı 2013 yapımı bir dram-savaş filmidir.

      Filmin konusu şöyle: 9 yaşındaki Liesel Nazi Almanya'sında komünist annesinden zorla alınıp Hans ve Rosa Hubermann'ın yanına evlatlık olarak veriliyor.Ülkede kitaplar yakılmaya, yasaklanmaya başlasa bile yeni anne-babasına alışmaya çalışan Liesel'in en büyük yardımcısı ve dayanağı kitaplar oluyor. Eski aile dostlarından biri olan Yahudi Max'in gelip evlerinin bodrumunda saklanmaya başlamasıyla Liesel'in hayatı bir kez daha değişiyor.Filmin fragmanını buradan izleyebilirsiniz. 

     Film Marcus Zusak'ın aynı adlı eserinden sinemaya uyarlanmıştır. Filmi 33. İstanbul Film Festivali sayesinde izleme şansı buldum ve film kesinlikle son zamanlarda izlediğim en güzel filmlerden biri.
      Tür olarak her ne kadar dram-savaş dense de aslında alışık olduğumuz türden bir dram filmi değil içinde yer yer sizi kahkahalar attıracak sahneler var. Savaş filmi denmesine rağmen filmde hiçbir zaman bir savaş sahnesi görmüyoruz. Daha çok savaşın küçük bir kızın üstündeki etkisi ya da savaşın ne kadar gereksiz ve saçma olduğunu anlatan bir film.

    Filmdeki oyunculuklar tek kelimeyle mükemmeldi. Zaten bir filmde Geoffrey Rush ismini duyduktan sonra o filmin kötü olabileceğini asla düşünemiyorum. ve  Emily Watson her zamanki gibi karakterinin hakkını oldukça vermiş. Onlar dışında filmdeki iki küçük oyuncu Liesel ve Rudy'de çok güzel ve doğru seçilmiş. Liesel'in naif ve duygusal karakteri, Rudy'nin ise biraz gıcık ama sempatik ve hareketli karakteri seyirciye tam olarak aktarılıyor. 
    Daha filmin açılış sahnesindeki görselliğin güzelliğinden çok güzel bir film izleyeceğimi anladım. Kurulan 1930-40'lar Nazi Almanyası'da oldukça başarılı olmuş. Mekan, kostüm tasarımları o atmosferin içine girmemize, inanmamıza kolaylık sağlıyor. 
   

       Filmdeki en çok hoşuma giden ayrıntılardan biri ilk sahnede sesini duyduğumuz ve Azrail olduğunu anladığımız anlatıcı. Film boyunca bize bilgi vermeye, kendisinden ve  Liesel'den bahsetmeye devam ediyor. 
        Bu filme aslında tam olarak büyüme filmi diyebiliriz. Aile, arkadaşlık, aşk, acı, mutluluk gibi şeylerin hepsi Liesel'in hayatında var . Bunların hepsini yaşıyor.

    Okuma yazma bilmeyen ama öğrenmeye çok hevesli ve yavaş yavaşta öğrenen Liesel kasaba meydanında kitapların yakıldığı gördükten sonra artık valinin evinden çaldığı kitapları gizli gizli Max'le birlikte bodrumda okumaya devam eder. Bazen aralarına Liesel'in babasıda katılır. İkilinin arasında zamanla çok daha büyük ve derin bir arkadaşlık ilişkisi başlar. Max hastalandığında başında bekler, hergün dışarıdaki havanın nasıl olduğu söyler ve ona küçük süprizler yapar.

      Liesel'in annesiyle olan ilişkisi ise her zaman mesafeli. Annesi herkese ve herşeye karşı daha sert ve tutumlu bir kadın ama filmdeki çoğu komik sahne annesinin bu tutumlarına babasının verdiği karşılıklardan oluşuyor. Çok güzel kurulmuş ilişkilerden bir diğeri ise baba-kız ilişkisi. Aralarında sıcacık bir bağ var. Daha ilk tanıştıkları anda Liesel Hans'a sevgi duymaya başlıyor. Ondan okuma yazma öğreniyor. Beraber kitap okuyup, akordiyon çalıyorlar.
    Savaş filmi beklentisiyle değilde  aile, dram, birazda komedi türünde bir film olarak izlerseniz daha çok zevk alacağınızı düşünüyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder